"Mülksüzler" uzun zamandır okumak istediğim, kitaplığımda eskiyen ama fırsat yaratamadığım bir romandı, bir kitap kulübünün listesine girmesiyle motive olup okudum.
Kitabın kurgusu gerçekten çok başarılı, ama dili için aynı şeyleri söylemek zor. Metis Yayınları tarafından yapılan baskıda yazıların çok küçük olması ve akıcı olmayan anlatım (belki çeviri ile ilgili bir sorun olabilir) okumayı oldukça güçleştiriyor. Yine de kitabı şöhreti ve merakım nedeniyle kısa sürede okuyabildim.
İki farklı dünya, iki farklı siyasal düzen; Annares (anarşik yapıda, otonomi ile yönetilen, mülkiyetin olmadığı, kurak bir dünya) ve Urras (kapitalist yapıda, hiyerarşik düzen, yoksulluk, lüks, mülkiyet kavramlarının olduğu bugünküne benzer bereketli bir dünya). Aslında kitapta dünya ve aya da farklı yerleşimler olarak yer verilmiş, ama pek fazla ayrıntıya girilmemiş.
Odo Urras'lı anarşist bir kadın, düzene karşı çıkarak kendi ilkeleri çerçevesinde arkadaşları ile beraber Annares'te yeni bir düzen kuruyor. Herkes eşit, özgür, mülkiyet yok, hatta insan ilişkilerinde bile. Belki de sadece kuraklık ve yoksulluk nedeniyle değil, Annares bu yüzden de ütopya olmaktan çok uzak. Yazarın da dediği gibi "ikircikli bir ütopya". Odoculuk da neredeyse sorgulanamayacak bir şeymiş gibi, bir din gibi sunuluyor. Dolayısıyla, kuruluşundan 150 yıl sonra Annares'te de çatlak sesler çıkmaya başlıyor. O çatlak seslerden biri de Shevek adlı fizikçi. Shevek Annares'te asla işe yaramayacak olan buluşunu paylaşmak için eski dünya Urras'a gidiyor. Ama tüm göçmenler gibi Shevek ne tam Urras'lı ne de tam anlamıyla Annares'li olabiliyor. Nasıl olsun ki? Teoride bir eşitlikçilik ve özgürlükçülük onun kendi öz annesini, hatta karısını bile sahiplenmesini engelliyor. Sözde cezalandırma/hapis vb. müeyyideler yok, ama toplum baskısı oldukça fazla. Urras ise görünürde çok güzel, bereketli, insanlar zengin ama yoksul-zengin ayrımı, herşeyin satın alınabilir oluşu Shevek'i uzaklaştırıyor. İki dünyayı birbirinden ayıran bir duvardan bahsediliyor ki, mecazi anlamda bu duvarı insanlar yapıyorlar.
Romanı okurken yazarın ABD'li olmasını ve kitabın 70'lerde yazıldığını düşünerek acaba toplumu bilinçaltında sosyalizmden/komunizmden soğutmak amacıyla mı yazıldı diye düşünmedim değil. Yazar da bir ropörtajında sosyalizmden ziyade anarşiyi sevdiğinden bahsetmiş...
Kitabı daha iyi anlamak için önce Bülent Somay tarafından yazılan son sözü mutlaka okumak gerekli.
Ben insanın doğası gereği "mülksüz" olamayacağını düşünenlerdenim. "Mülksüzler" bunu ve daha birçok fikri tartışma olanağı yaratan, edebi değil ama başarılı bir felsefi roman.