7 Haziran 2025 Cumartesi

ABDULRAZAK GURNAH “KUMDAN YÜREK”

 

2021 yılında Nobel ödülü alan yazarın okuduğum ilk kitabı. Zanzibar'dan Londra'ya göç eden bir gencin aile sırlarının peşindeki zorlu yolculuğu anlatılıyor. Kendisi de Zanzibarlı bir İngiliz Edebiyatı profesörü olan yazarın bu kitabı otobiyografik birçok unsur içeriyor. "Kibar da olsa zenci zencidir" gibi saptamalarla aynı dünyadaki/hatta şehirdeki iki farklı dünyanın, göçmenlerin yaşamının altını çizen bu kitabın bence ana metni oldukça evrensel; bir çocuğun baba imgesine sahip çıkması. Yazarın Shakespeare'in Kıssadan Hisse adlı eserinden ilham aldığını öğrendim. Akıcı dili ve işlediği temalar bakımından merak uyandırıcı ve sürükleyici bir eser olduğunu düşündüm.


AYŞE ÖVÜR “BOTTER APARTMANI”


Ayşe Övür'ün ikinci kitabı olduğunu öğrendiğim bu kitabını sesli kitap olarak dinledim. İtalyan mimar D'Aronco tarafından inşa edilen ve halen İstiklal Caddesi'nde bulunan Botter Apartmanı'nda geçen, tarihsel unsurlar da barındıran kurgusal bir roman "Botter Apartmanı". Son dönemde yazılan birçok romanda olduğu gibi baş karakter yine bir psikiyatrist. Terzi kendi söküğünü dikemiyor, daha doğrusu kendi söküğünü dikmek için terzi oluyor. Buradaki kırmızı çizgi herhalde kişinin ahlaklı ve yetkin olması, diğer türlü maalesef yardım arayışındaki insanlar için travmatik oluyor, en iyi ihtimalle de zaman kaybı.  İnsan psikolojisine göndermeler yapan ve okuyucuda merak uyandıran bu romanın altını çizmek lazım.
Apartmanın Art Nouveau tarzında inşa edildiğini ve Pera Palas'tan sonra Türkiye'de asansör kullanılan ikinci bina, çelik konstrüksiyon kullanılan ilk yapı olduğunu öğrendim. Yolumuz İstanbul'a düştüğünde yakından bakmak gerekecek.



 

ALEXANDRE SEURAT “SAKAR”

 

Fransa'da yaşanan gerçek bir olayı işleyen bu kitapta anne ve babası tarafından ihmal ve istismara uğrayan küçük bir kızın ve buna tanıklık eden fakat müdahale edemeyen bir toplumsal çevrenin hikayesi anlatılıyor. "Aile yılı" ilan edilen ancak A'sı bile hissedilemeyen bu dönemde okuyup, "işte tam da böyle" demek geliyor içinden insanın. Çok sarsıcı, ancak başarılı bir eser. Filmi olduğunu da öğrendim, ama izlemeye cesaret edemedim. Zaten yaşadığımız ülkede hemen her gün benzer (aile içi şiddet vb.) travmatik yaşantılara ya tanık oluyor ya da doğrudan içinde buluveriyoruz kendimizi. Bununla nasıl mücadele edilir bilemiyorum, şüphesiz öncelikle yokmuş gibi davranmayarak...




URSULA K. LEGUIN “KARANLIĞIN SOL ELİ”

Le Guin bu kitabında da alışık olduğumuz dünyanın tersine bir dünya inşa etmiş; cinsiyetin olmadığı, daha doğrusu herkesin çift cinsiyetli olduğu bir kış gezegeni. Savaş da yok-belki uğruna savaşılacak bir şey olmadığı için. Kurgu ve altyapısının güçlü olduğunu ve özgün bir bilimkurgu roman niteliği taşıdığını düşünüyorum. Ancak, Mülksüzler'in aksine zor okuduğum, sıkılıp bıraktığım, uzun sürede bitirebildiğim bir kitap oldu. Muhtemelen dilinin akıcı,  hikayenin de sürükleyici olmamasından kaynaklanıyor. Teoride geçip pratikte kalan bir eser olarak değerlendirilebilir, yine de klasikleşmiş eserleri kütüphanesine eklemek isteyen tüm okurlara önerilir.

"Işık karanlığın sol elidir, karanlık da ışığın sağ eli. İkisi birdir, yaşam ve ölüm, yan yana yatarlar kemmerdeki sevgililer gibi, tutuşmuş eller gibi, sonuçla yol gibi..."

Bir de "Onurlu insanlar da pekala yasadışına itilirler, yine de gölgeleri küçülmez." diyor Le Guin. 


 

JEAN LOUIS FOURNIER “ASLA KİMSEYİ ÖLDÜRMEDİ BENİM BABAM”


Baba kimdir? Güçlü yanımızdır baba, gurur duyduğumuz, yanında huzurlu bir şekilde uykuya daldığımız, sırtımızı yasladığımız, aklına hayran kaldığımız, gücüyle güçlendiğimiz, parasıyla doyduğumuz, emeğiyle yeşerdiğimiz. Babamız yoksa ne olur? Güçsüz oluruz, kanadımız kırılır, bir yanımız kambur, bir yanımız ürkektir. Varsa ama baba gibi değilse ne olur? Fournier kitapta bu sorunun yanıtını özyaşamından kesitlerle anlatıyor. "Babamız olmazsa biz de olmayız, hadi gelin kabul edelim" diyor...Çok başarılı, çok cesur, kesinlikle tavsiye edilir.


 

DAVID DIOP “GECE TÜM KANLAR KARADIR”


Senegal kökenli Fransız yazarın I.Dünya Savaşı'nda Almanlara karşı Fransız ordusunda savaşan siyahi azınlık askerlerden birinin öyküsünün anlatıldığı, okunması zor ancak oldukça etkileyici bir kitap. Yazar kitapta üzerinde düşünmeye sevk eden birçok benzetme, tasvir ve metafora yer veriyor. Bu sayede okuyucu ölüm ve yası iliklerine kadar hissediyor. Sömürgecilik kitabın arka fonunda asılı dursa da, asıl kurgu savaş. Ne için öldüğünü ya da öldürdüğünü bilmemek demek savaş; aslında herkes savaşa bir anlam kazandırmanın peşinde. Alfa arkadaşının intikamı için öldürüyor, sonra hayatta kalmak için, övgü almak, şöhret kazanmak için, belki insanlığını da öldürmek için...


 

JOSE SARAMAGO “KÖRLÜK”



Birgün kalksak ve dünyada bir körlük salgını olsa, hepimiz regresyona uğrasak, Taş Devri'ne geri dönsek, ahlak ve vicdan duygusunu kaybetsek, hayatta kalma çabasıyla insanlar birbirini tüketse, şiddet ve acımasızlık denizinde boğulsak ama hiçbir şey görmesek, tanık olmasak, aynada kendimizle yüzleşmesek ne olurdu, nasıl olurdu? Çok etkileyici bir roman, bir başyapıt. Saramago okuyucuyu hayretler içinde bırakıp sarsmasıyla tanınan, bu yönüyle de her okuduğum kitabında beni asla şaşırtmayan bir yazar. Karakterlerin isimleri yok, öykünün geçtiği ülkenin de adı yok. İnsan ve temel dürtüleri var; açlık, tuvalet, uyku ve cinsellik. Kadın neden kör olmuyor? Gereksinimden mi, yani anlatıcı ya da gözlemci olduğu için mi, yoksa vicdanen/ahlaken de kör olmamış olmasından dolayı mı?  "Körlük" kitabından sonra "Görmek" kitabının okunması da öneriliyor, bunu sindirdikten sonra devam edeceğim.



 

JOSE SARAMAGO “BİLİNMEYEN ADANIN ÖYKÜSÜ”



"Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin."
Saramago'nun "kısacık ama içi dolu mesajcık" kitabını hızlıca okuyor, ana anlam vermek için uzun uzun düşünüyorsunuz. Bilinmeyen bir ada kaldı mı? Biz aslında yaşamda neyi arıyoruz? Neyi aradığımızı da onu ararken mi öğreneceğiz? Peki nasıl? Sabır ve cesaret göstererek yola çıkacağız, tabi bir de partnerimiz/yoldaşımız olacak. Benim anladıklarım işte böyle... Kralın aslında Tanrı'yı temsil ettiğini, Adem ile Havva'nın bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıktıklarını ve bu yolculuğun içsel bir yolculuk olduğunu söyleyenler de olmuş, mümkündür.



 

2 Haziran 2025 Pazartesi

PAUL LYNCH “PEYGAMBERİN ŞARKISI”

İrlandalı yazar Paul Lynch’in 2023 yılında Booker ödülü alan bu kitabı dört çocuklu akademisyen- anne Eilish’in otoriterleşen rejim ve iç savaş ortamında bir anda cehenneme dönen yaşamı ve kurtuluş mücadelesini anlatıyor. Dört çocuğu ve demans olan babasına tek başına bakım veren bir kadının bu kriz ortamında iç dünyasına yansıyanları anlatan sert ve sarsıcı bir roman olduğunu söyleyebilirim. Kitap hem Eilish’e hem de okuyucuya “neden daha önce çekip gitmedik?”  sorusunu defalarca sorduruyor, hem sorduruyor hem de kendi yaşamlarımızdaki cevapları bulduruyor. Neden bırakıp gidilmez? Kaybedecek çok şeyin varsa, geride bıraktıkların varsa gidilmez, ancak o eşiği geçtiğinde gidebiliyor insan- ne önüne ne de arkasına bakmadan.

 


 

17 Şubat 2025 Pazartesi

AYŞE KULİN “4 GÜN 3 GECE”

 Ayşe Kulin'in okuduğum son kitabı, yine Türkiye'nin yakın tarihinde geçen, ancak bu sefer bir aşk hikayesi anlatmış yazar. "Yaşını başını almış" olarak nitelendirilebilecek "evli barklı" bir kadın ile 27 Mayıs 1960 darbesi döneminde evine sığınan genç bir devrimcinin 4 gün 3 geceye sığan, kısacık "yasak" aşk hikayesini okuyoruz. Kitap çok eleştirilmiş, fiyasko-zaman kaybı arasında birçok farklı yorumlar yapılmış. Yazarın amacının 1960 darbesini, toplumun içinden geçtiği zor zamanları vs. anlatmak olduğunu sanmıyorum; bence geçirdiği tüm evrelerinde Türk toplumunu çok iyi okuduğunu düşündüğüm Ayşe Kulin bu kitabında toplumdaki dogmalar, görüş ve kültür farklılıklarının aşk, şehvet ve cinsellik enerjisiyle aynı tencerede eriyip kaybolduğunu anlatmak istemiş.Ancak sabah olup da güneş doğduğunda herşey yerli yerine, herkes köyüne geri dönüyor.



JEAN-PAUL DIDIERLAURENT "6.27 TRENİ"

Tavsiye üzerine okuduğum bu kitaba bir türlü ısınamadım desem yanlış olmaz. Kâğıt geri dönüşüm fabrikasında çalışan, kitapları yok etmekten nefret eden, yalnız ve mutsuz bir adamın otistik öyküsünü anlatan bu kitap kurgusu itibariyle Fahrenheit 451 veya Kağıt Ev'i andırıyor, ancak maalesef diğer iki kitabın okuyucuda uyandırdığı duygu ve düşünceleri yaratamıyor, okurken sıkılıyorsunuz ve karakterle empati kurmak da oldukça güç. Yine de farklı bir kurgu okumak isteyenlere önerilebilir.
 




 

ŞÜKRAN YİĞİT “ANKARA, MON AMOUR!”

 Şükran Yiğit'in okuduğum ilk kitabı, sesli kitap olarak dinledim. Edebi yanı güçlü olmasa da bende yarattığı duygu ve düşünceler, Ankara'da geçen öykünün tanıdıklığı nedeniyle beğendim. Eleştirilecek yönleri var elbette; kitabın özellikle yarısından sonrasının daha hızlı akıp geçtiğini, yazarın öyküye mutlaka bir son yazma hevesiyle yola çıkarak kurguda taşları yerine oturtamadığını görüyorsunuz. Bu açıdan bakıldığında yazmaya yeni başlamış, el yordamıyla kendi tarzını bulmaya çalışırken farklı teknikler deneyen bir yazar izlenimi veriyor ki yazarın biyografisini okuduğumda Ankara'da doğduğunu, aslen bir müühendis olduğunu ve bu kitabın ilk romanı olduğunu öğrendim.



8 Şubat 2025 Cumartesi

HİKMET HÜKÜMENOĞLU “HARİKA BİR HAYAT”

 Hikmet Hükümenoğlu'nun okuduğum ilk kitabı. Polisiye yazarı olduğunu bildiğim yazarın bu kitabının beni ters köşe ettiğini söylemem lazım. Adı gibi kendisi de Harika olan bir kadının öyküsünü dönemin siyasi ve tarihi olayları ile birlikte sanki beraber bir belgesel izliyormuşçasına aktardığı bu kitapla tanıştığım yazarın farklı bir üslubunun olduğunu ve bu şekilde okuyucuyu kendisine bağladığını düşündüm.Kitap blogları ve kanallarını dolaştığımda Hikmet Hükümenoğlu'nun birçok fan'ı olduğunu görüyor ve merak ediyordum. 2023 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü de alan roman İstanbul'un işgaliyle başlayıp 1950 Türkiyesi'ne giden dolambaçlı yollarda geçiyor. Okurken dizisi de çekilebilir diye düşündüğüm bir öykü oldu, öyle ki gerçekle kurgunun aynı sette buluştuğu en az üç sezonluk bir dizi olabilecek kapasitede.Ben sesli kitap olarak dinledim, tavsiye olunur.



MİHAİL BULGAKOV “MORFİN”

Bulgakov keyifle okuduğum Rus yazarlardan biri. Morfin adlı bu kısacık kitabını da hızlıca okuyup bitirdim. Bağımlılığın bir hekimi nasıl pençesine aldığı ve intihara sürüklediğini anlatan etkileyici bir öykü. Yine Bulgakov'dan okuyup çok beğendiğim ve özellikle genç meslektaşlarıma tavsiye ettiğim "Genç Bir Doktorun Anıları" isimli kitabına çok benzediğini de söylemeliyim. Maalesef ruhsal acılar bedensel olanlardan daha güç olabiliyor ve morfin dahi bu acıyı dindiremiyor, aksine bağımlılık yapan her maddede olduğu gibi acı gittikçe şiddetleniyor...



AYLİN BALBOA “ATEŞ SÖNENE KADAR”

 Aylin Balboa'nın sesli kitap olarak dinlediğim öykülerden oluşan ikinci kitabını da oldukça beğendim. Yazarın bu kitabında da insanın iç seslerini edebi bir dille oldukça başarılı şekilde okuyucuya aktardığı, duyguları kelimelerle en uygun tarzda buluşturduğu kanısındayım. Kadınların yalnızlıkla harmanlanmış öykülerini yine kadınların anlayacağı dilden yazdığını söyleyebilirim. Kitabı yazarın kendi sesinden dinleyebilmenin de bir ayrıcalık olduğunu vurgulamam gerekir.



FÜGEN ÜNAL ŞEN “BİR AVUÇ MAZİ”

 Mübadeleye dair okuduğum ilk kurgu kitap olarak "Bir Avuç Mazi"nin hem Balkanlar'dan Anadolu'ya göçen Türkler hem de Anadolu'dan Balkanlar'a gönderilen Rumlar'ın yaşadığı travmaları sürükleyici bir anlatımla ele alan başarılı bir roman olduğunu söyleyebilirim. 1924'te ailesiyle Selanik'in kırsalından-Alasonya Adana'ya göç etmek zorunda kalan Fethi Bey ve ailesinin öyküsünü dönemin siyasi ve tarihi olayları eşliğinde güzel bir kurgu ile anlatan bu akıcı kitabı memleket kavramını sorgulayarak okumanızı öneriyorum. 



JOSE SARAMAGO “İSA’YA GÖRE İNCİL”

 1998 Nobel Edebiyat ödülü alan Jose Saramago'nun Katolik kilisesinden afaroz edilip ülkesi Portekiz'den Kanarya Adaları'na göç etmesine yol açtığı söylenen tartışmalı romanı. Bu kitapta Saramago, İsa peygamberin doğumuyla başlayıp çarmıha gerilmesine kadar geçen yaşam öyküsünü kendi dilinden, peygamberi tekrardan insanlaştırarak anlatıyor. Yazarın nokta ve virgül dışında noktalama işareti kullanmaması, özellikle konuşma çizgileri bulunmaması diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da okumayı oldukça güçleştiriyor. Ancak masalsı anlatımı ve kitabın yarısından sonra başlayan felsefi tartışmaları ile zenginleşen kitap okuyucuya kaliteli bir deneyim sunuyor. Kitabı İsrail'e pandemi öncesinde yaptığımız turistik gezinin hatıraları eşliğinde okudum, keşke savaşlar ve bitmek bilmeyen kaos ortamı elverse de yine gidebilsek. İyilik, kötülük, günah, ölüm, kader, yaşam ve daha birçok kavramı  yeniden düşüneceğiniz ve sorgulayacağınız bu kitabı okumanızı öneriyorum, tabi öncesinde İsa peygamberin farklı mezheplerce farklı olduğu rivayet edilen yaşamını ve bölge haritasını gözden geçirdikten sonra.















DİDO SOTİRİYU “BENDEN SELAM SÖYLE ANADOLU’YA”

 Dido Sotiriyu Anadolu’da doğmuş, mübadeleyi yaşamış, Rum kadın yazar. Ortak tarihimizi dinlediği ve yorumladığı şekilde bu ünlü romanında anlatmış.1982 Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü alan bu kitap çok da kolay okunmayan savaşın ve eşlik ettiği travmaların, dinin kültürlere, insani değerlere, hatıralara baskın geldiği bir coğrafyanın hazin öyküsü. Aydın'ın Kırkıca köyünde (şimdilerde Şirince olduğu söyleniyor) yaşayan Manolis Aksiyatis'in 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda mücadeleyle geçen yıllarını karşı kıyıdan bize anlatıyor. Horoz dövüşleri gibi aynı kümeste yaşayabilecekken kızıştırılıp birbiri üzerine salıverilen halkların savaşlarını yüzyıllardır yaşıyor bu dünya, öyle görünüyor ki yaşamaya da devam edecek. Niye diye sorarsanız, kitapta da altı çizildiği şekilde sadece dış güçlerin diretmesi ya da kışkırtması ile değil, kendi içlerinde barındırdıkları hırslar, kıskançlıklar ve geçmiş travmaların verdiği güçle, nefretle...



5 Ocak 2025 Pazar

JASMIN SCHREIBER “MARIANA ÇUKURU”

 Bu kitabı tavsiye üzerine sesli kitap olarak dinledim. Yas ile uğraşan bir profesyonel olarak uzamış yas sürecinin iki güçlü karakter üzerinden oldukça güzel ele alındığını düşündüm. Mariana Çukuru metaforu da yas durumuna oldukça uygun olmuş. Kardeş kaybı yaşayan Paula ile eş kaybı yaşayan Helmut'un tesadüfen karşılaşmaları ve yaslarını paylaşmaları, Paula için yaşamına devam edebilme Helmut için ise huzurlu bir şekilde yaşamını noktalayabilme şansı yakalayabilmesine yol açıyor. Paula'nın kardeşi Tim ile yaşadığı diyalogların canlılığı kaybın gerçekçi acı ve hüznünü o kadar iyi ortaya koymuş ki yazarı tebrik etmek gerekir diye düşünüyorum. Aslında kaybın acısını yaşam enerjisine çevirebilmeyi başaran tüm insanları tebrik etmek gerekir...



KIM YOUNG-HA “BİR KATİLİN GÜNCESİ”

 Güney Kore çağdaş edebiyatına mensup Kim Young-Ha'nın 70 yaşındaki bir seri katilin Alzheimer hastalığına yakalanması sonrası yaşadıklarını anlatan kısacık ama çarpıcı kitabını hızlıca okudum. Kitapta Alzheimer hastalığına ilişkin tıbbi bilgiler o kadar doğru verilmiş ki yazarın tıbbi bir özgeçmişi olup olmadığını merak ettim, böyle bir bilgiye rastlamadım. Belleğin birçok insanın yaşamındaki temel unsurlardan biri olduğu aşikar, ancak bir seri katilin belleğe ne kadar gereksinimi olduğunu hayal edemezdim. Alzheimer hastaları ile çalışan ve polisiye seven biri olarak bu kitabın oldukça ilgimi çektiğini söylemeliyim. Şaşırtıcı sonuyla dikkatlice kurgulanmış bu öykünün hem bilgilendirici hem de oldukça düşündürücü olduğunu vurgulamam lazım. 



AYLİN BALBOA “BU HİKAYE SENDEN UZUN OSMAN”

 Aylin Balboa'nın okuduğum, daha doğrusu kendi sesinden dinlediğim ilk kitabı. Kısacık bir kitap olmasına rağmen sevgilisinden ayrılan bir kadının duygusal gelgitlerini, öfkesini, sevgisini, pişmanlıklarını bir çırpıda aktaran, tüm kadınların iç seslerine tercüman olmuş çarpıcı bir eser. Yazarın kendi kitabını seslendirmesi de bence Storytel'in sunduğu en güzel hizmetlerden biri. Kitabı kendim okusaydım o şekilde seslendirir miydim, vurgulamaları o şekilde yapar mıydım diye düşündüm doğrusu:) Yazarın gerçekçi anlatımı, kitaplardan ve filmlerden yaptığı alıntılar ile zenginleştirdiği metni edebi ve psikolojik bir şölene dönüştürmüş. Beğenerek dinledim, tavsiye olunur.





ERIC EMMANUEL-SCHMITT “BAYAN MİNG’İN HİÇ OLMAYAN ON ÇOCUĞU”



 "Onu elinde tutanı aydınlatan bir mumdur tecrübe" gibi birçok özdeyişi barındıran, hayalle gerçek, beklentilerle yaşam arasındaki farklılıkların altını çizen bu kısacık öykü/novella okura duygusal olduğu kadar düşündürücü bir deneyim sunuyor. Bayan Ming'in aslında hiç varolmayan on çocuğuna dair uydurduğu hikayelerin herbiri yaşama dair dersler içeriyor ve hayatı olduğu gibi kabul etmenin önemini vurguluyor. Konfüçyüs öğretisinin izlerini barındıran bu öykü bana yaşamı ve çevremizdekileri nasıl da kontrol edemeyeceğimizi, ancak şekillendirebileceğimizi ve rahat olmamız gerektiğini hatırlattı. Çin'in uzun yıllar boyu uyguladığı "tek çocuk" kanununun psikososyal sonuçlarını da sorgulayan bu kitap daha önce okuduğum yas tepkilerine dair bir makaleyi de aklıma getirdi. Çin'de tek çocuğunu kaybeden, belli bir yaşın üzerindeki ebeveynlere Shidu adı veriliyor ve maalesef bu insanlar birçok psikiyatrik bozuklukla ve yalnızlıkla karşı karşıya kalıyorlar. Ayrıca kitapta da değinildiği gibi onlarda yasalarla belirlenen bir zorunluluk bizlerde de son yıllarda bir tercih/zorunlu seçme hali olan tek çocuklu aile olmak belki de peşinden koşulmasına alışan bencil imparatorlar yaratıyor ve topluma/geleceğe bu şekilde yön veriyor. Aslında bir oyun yazarı olan ve felsefe eğitimi alan Fransız yazarın farklı dinleri konu alan başka kitapları olduğunu da öğrendim ki mutlaka okuma listesine alacağım.