25 Mayıs 2020 Pazartesi

AYŞE KULİN "HER YERDE KAN VAR"


Ayşe Kulin'den yine bir Osmanlı romanı, geçmişten geleceğe yansıttığı bir ayna. Osmanlı'nın Çöküş Dönemi; entrikalar, liyakatsizlik, iktidar merakı-hırsı, boyun/kelle/kan ve intikam. Yazarın alıştığımız akıcı anlatımı ile kolaylaşan tarihi romanda yaşanan her şey bize tanıdık. Fazla söze gerek yok; adaletin olmadığı yerde anarşi olacak, herkes kendi adaletini kendi arayacaktır...




SIGMUND FREUD “MUSA VE TEKTANRICILIK”

Freud'un "Totem ve Tabu" adlı kitabıyla beraber mutlaka okunması gereken kitabıdır. Tek Tanrılı dinler üzerine yazılmış, Freud'un Musevi kimliği ile harmanlanmış oldukça öğretici ve düşündürücü bir eser. Freud'un arkeolojiye duyduğu ilgi ve meraka, bundan yola çıkarak psikolojide çığır açmasına şahit oluyorsunuz. 
Freud ve yaşamını merak edenler için oldukça güzel bir podcast dizisi-Açık Radyo'da "Didik Didik Freud" ile Freud'un İngiltere'de sanal müze olarak ziyaret edilebilen evine ilişkin linkleri de paylaşmak istiyorum.

https://acikradyo.com.tr/program/didik-didik-freud
https://historyview.org/library/sigmund-freud-house/

PROF.DR.YAVUZ SELVİ “SAATİNİ ŞAŞIRAN BEYİN - SOSYAL JETLAG”

COVID-19 karantinasında saatimizi, hatta günlerimizi şaşırdığımız şu tarihi zamanlarda beyin ve işleyişini oldukça akıcı bir dilden anlatan bu kitabı ilgilenen herkese öneriyorum. Zira modern zamanların  sosyal jetlaginin dibini görmüş bulunuyoruz. Yazarın "Uyku" adlı kitabı ile birlikte okunduğunda çok daha anlaşılır olabileceğini düşünüyorum. Saatimizin en kısa zamanda doğruyu göstermesi umuduyla...



PROF.DR.YAVUZ SELVİ “UYKU”

Prof.Dr. Yavuz Selvi'nin okuduğum ikinci kitabı. Oldukça akıcı bir dilde, her kesimden okurun anlayacağı şekilde yazılan bu kitabın özellikle karantina günlerinde yaşadığımız uyku-sirkadyen ritm sorunlarına yanıt olacağını düşünüyorum. Kitabın beyin ve sinirbilime dair birçok bilgi ve referansı da içermesi bakımından bu alanda çalışan profesyonellere de temel bir kaynak olabileceğini düşünüyorum.

NİHAN KAYA “İYİ TOPLUM YOKTUR...”




Son dönemde oldukça popüler olan yazarın okuduğum ilk kitabı. Zannımca da son kitabı. Neden derseniz; ya popülist kaygılarla, ya bireysel travmaların etkisiyle ya da psikolojide acemi olmaktan  ötürü yazarın toplumda ve kişiler arası ilişkilerdeki her şeyi hemen her şeyi sembolize etme eğilimini oldukça yanlış ve tehlikeli buluyorum. Nitekim, cahil olan ve cehaletinin farkında olmayan kitlelerde Freud'un teorilerinin yarattığı etkiye neden olması hem profesyonellerin hem de kendi kendini iyileştirmeye çabalayan bireylerin işini oldukça zorlaştıracaktır.Anlattıklarında hiç mi doğruluk payı yoktur? derseniz, vardır elbette. Zaten bu kitapta anlatılanlar birçok yabancı teorisyen tarafından ortaya atılan teorilerin yerlileştirilmesinden/çevirisinden başka şeyler değildir. Yazar da aslen İngiliz edebiyatı mezunu olup doktoradan psikolog oluvermiştir. Bu sayede iyi çeviri yapıp, bire on katıp anlatabilmektedir. Her durumun bir teorik bir de gerçekçi açıklaması vardır, yani en azından iki açıklaması vardır-hele de toplumsal olguların birçok açıklaması olabilir. Evet iyi toplum yoktur, iyi insan ya da aile de yoktur. Ama yaşam da insan da bu kadar teorik, bu kadar genellenebilir değildir. İkinci neden de sanki birer referans niteliğindeymiş gibi kitapta sürekli önceki kitaplarına atıfta bulunmasıdır. 
Okumayın, okusanız da inanmayın. Gereksiz yere öfkelenir, hayal kırıklığı yaşar, mutsuz olursunuz...


STEFAN ZWEIG “RAHEL TANRIYLA HESAPLAŞIYOR”


Bu kitapta Zweig'ın yeniden yorumladığı üç menkıbe yer alıyor;  Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor, Üçüncü Güvercinin Hikayesi ve Ölümsüz Kardeşin Gözleri. Her biri de yaşama ve erdemlere dair birer öğreti niteliğindeki bu menkıbeler orijinallerinden farklı bir biçimde yazar tarafından yeniden yorumlanmış. En çok Nuh'un gemisinden gönderilen ve geri gelmeyen güvercini anlatan Üçüncü Güvercinin Hikayesini beğendim-keşke kitaba da adını verseymiş dedim. Zweig'ın dünyadan ümidini kesmişliğini ve savaş karşıtlığını yansıtan temel eseri gibi olurdu.

STEPHEN CRANE “CANAVAR”

Amerikalı yazar Stephen Crane'in New York yakınlarında yer alan Whilomville adlı kurgusal bir kasabada geçen bu novellası her ne kadar edebi anlamda zengin olabilecek bir tem ve karakterlere sahip olsa da, kısır bir öykünün ötesine geçememiş. Kitabın arka kapağına baktığımda beyaz bir çocuğu kurtarmak için kendini yanan bir eve girerek feda eden siyahi bir kölenin sonrasında toplum tarafından nasıl dışlandığını okumayı bekliyordum. Ancak sadelik olarak da adlandıramayacağım bir üslupla yazılmış, insan psikolojisinden uzak, basit bir öykü ile karşılaştım.  Belki biri çıkıp bu kitabı yeniden yazabilir diye düşündüm.