4 Aralık 2024 Çarşamba

FAKİR BAYKURT “KAPLUMBAĞALAR”

 Fakir Baykurt'un Ankara'nın  yoksulluk, susuzluk ve umutsuzluk ile dolu kıraç bir Alevi köyünde geçen sıcacık romanı "Kaplumbağalar" bu ülkede yaşamaya çalışmanın trajikomik hikayesini anlatıyor. Kıraç pulluk toprağını günlerce temizleyip çölde adeta bir vaha yaratıp bağa bostana dönüştüren köylünün emeğinin yok oluşuna törenleri, ritüelleri, manileri, şivesi ile Anadolu kültürünün en yalın ve samimi hali eşlik ediyor. Kır Abbas karakteri çorak toprağa bir kaplumbağa kadar yakışıyor, o da kaplumbağalar gibi bir ağaç gölgesi, biraz serinlik biraz da huzur arıyor. Tozak köyünde bir avuç yoksul köylü tarım devrimi yapıyor ancak bürokrasi engeli ile karşılaşıyor. Kır Abbas, Rıza Öğretmen, Gezici Hamdi, Muhtar Battal her biri yazarın güçlü kaleminden çıkan gerçekçi karakterler olarak bürokrasiye ve aslında bir kader olmak zorunda olmayan coğrafyaya meydan okumak için çabalıyorlar. 1960'ların Türkiyesi'nde köylünün devletin malına, devletin çalışanına kısacası devlete olan karşılıksız güven ve saygısının da altı çiziliyor. Şiddetle tavsiye edilir.

Kaplumbağalar


30 Ağustos 2024 Cuma

CLAIRE KEEGAN “BÖYLE KÜÇÜK ŞEYLER”

İrlandalı yazar Claire Keegan’ın “Emanet Çocuk” isimli kitabından sonra en çok beğenilen ve tavsiye edilen kitabı. Furlong isimli baş karakterin geçmişi ve şimdiki yaşamı arasında kurduğu köprüde vicdanı ve toplumsal baskılar arasında kalarak yaptığı seçimi anlatıyor. Noel zamanı herkes birbirine hediyeler veriyor, kekler pastalar yapıyor, çeşitli ritüelleri gerçekleştiriyor, ancak insan ya da inançlı insan olmanın en önemli gerekliliği olan başkalarına iyilik yapma, yardım etme özelliğini yitirmiş gibi davranıyorlar. Oysa Furlong ne insanların yaşadığı maddi krizi ne de yanıbaşında yaşanan insanlık dramını görmezden gelemiyor. Çünkü ona da geçmişte biri elini uzatmış ve onun hayatını kökten değiştirmiş. Bu kısacık öyküde yazar o kadar çok şey anlatmış ki…İrlanda’da 90’lı yıllarda kapatılan Magdalene Çamaşırhaneleri’nde günahkar oldukları gerekçesiyle esir tutularak çalıştırılan kadınlara dair fikir sahibi oluyoruz. Kitapta binlerce kadın ve çocuğun burada can verdiği ve bu oluşumların kilise ve devlet işbirliği ile işletildiği, halk tarafından da görmezden gelindiğini öğreniyoruz. Kısa ama verimli bir okuma yapmak isteyenlere şiddetle tavsiye edilir. 




BELLA



28 Ağustos 2024 Çarşamba

PAUL AUSTER “BAUMGARTNER”

 Paul Auster'ın ölümü sonrasında tavsiye üzerine okuduğum, yazarın son kitabı "Baumgartner". Eşinin ölümü sonrasında yaşamına devam etmeye çalışan yaşlı bir profesörün iç dünyasını anlatan bu kitabın belli bir yaşın üzerindeki okuyuculara hitap edeceğini düşünüyorum. Yaşlılığın insanın tüm yaşamını sorguladığı, bu arada da aslında yaşamaya ara verdiği ya da noktaladığı bir dönem olduğu varsayıldığında kahraman Baumgartner'in yaşamı sorgularken yaşamaya da devam edebilme becerisini sergileyebildiğini söylemek lazım. Gerçekle hayali ya da bugünle geçmişi iç içe duyumsayan karakterin iç dünyasını yazarın çok iyi bir biçimde yansıttığını düşündüm. Kitap çok kolay okunmuyor, ağır ilerliyor, ancak okuyucuyu içine alabilmeyi başarıyor. Yazarın diğer kitaplarını da okuyabilmeyi diliyorum.




HISHAM MATAR “DÖNÜŞ”

 Libya asıllı Hisham Matar'ın kendi otobiyografisinden yola çıkarak Libya'da Kaddafi rejimi sırasında yaşanan olayları, babasının hapse atılış ve ortadan kayboluş hikayesini anlattığı kitabı "Dönüş". Yıllar sonra memleketine dönen yazarın babasının ve yasının izini sürüşünü, çocukluk anılarını, korkularını ve nihayetinde babasının ölümü ile yüzleşmesini okuyoruz. Bir erkek çocuk için baba ne demekse, bir adam için baba ne demekse bunların anlamlarını öğreniyoruz. Kimlik gelişimi ve yas tutma gibi ruh sağlığının temel taşları üzerinde geziniyoruz. Diğer taraftan bizim de yakın geçmişte tanık olduğumuz gibi, birçok otokratik rejimin nasıl yıkılmaya, hatta parçalanmaya mahkum olduğunu da tekrar hatırlıyoruz. Mezarlar gereklidir, kaybı somutlaştırır, yas tutmamızı kolaylaştırır. Yaşamak ya da var olmak yerine nasıl yaşadığınızın, neler yaptığınızın ve nasıl anıldığınızın önemi olduğunu vurgulayan "Dönüş"'ü herkese öneriyorum.



ŞERMİN YAŞAR “SÖYLEME BİLMESİNLER”

 Şermin Yaşar'ın son kitabı. Yazarı başta çocuk kitapları ile Ankara'da açmış olduğu ve çok ilgi gören müzeleri nedeniyle oldukça takdirle izliyorum. Bu kitabı da tavsiye üzerine  zevk alarak hızlıca okudum. İçinde en az fertleri kadar birçok öykü barındıran bir ailenin bilinen ancak anlatılmamış öykülerini kaleme almış Şermin Yaşar. Kitap adı ile müsemma, aile içindeki sırları, yalanları, daha doğrusu söylenemeyenleri ama yaşamı doğrudan etkileyen olayları ele alıyor. Her zamanki gibi yazar gündelik Türkçe ile bizim kültürümüzü, zayıflıklarımızı ve güçlü yönlerimizi bize anlatmış. Bu kitabı okurken acaba yabancı dillere çevirilse ve diğer insanlar da bu kitabı okuyabilse neler düşünür neler hissederlerdi, anlatılanları anlayabilirler miydi diye düşündüm. Şüphesiz ortak olan bir insanlık dili var, sevgi ve anlayıştan köken alan. İşte bu kitap onu anlatıyor. Kelime ve Anne Müzeleri kaleiçinde diye mi bilemiyorum, kitabı okurken hep olaylar Ankara'da Samanpazarı sokaklarında geçiyormuş gibi hissettim. Bir yazar olarak hem düşüncelere, hem duygu ve hayallere hitap etmek, hele de farklı yaş gruplarına ulaşabilmek çok kolay değil. Şermin Yaşar'ın kitapları, yaşamı ve duruşuyla bunu başardığını düşünüyorum.



HAN KANG “VEJETARYEN”

 Koreli yazar Han Kang'ın okuduğum ilk kitabı. Man Booker ödülü almasına çok şaşırdığımı söylemeliyim. Bir kadının vejetaryenlik yoluyla insana özgü şiddet ikliminden uzaklaşması, kendi bedeni ve seçimleri üzerinde özgürlüğünü ilan etmesi ana tema olarak takdir edilmeyi hak etse de, anlatım dili ve kurgusunun karmaşıklığı, Japon Edebiyatı'nda alışık olduğumuz belirsiz bir sonla bitmesi ve tüm hikayenin havada kalması  nedeniyle kitabı okurken çok keyif aldığımı söyleyemem. Kitapta sonradan bir araya getirilmiş ama bağlantılı üç öykü bulunuyor. Ana karakter olan Yonghe'nin vejetaryenlğe geçişi, eniştesi ile kurduğu sanatsal ilişki sayesinde ağaca dönüşmesi ve son olarak yemeyi reddederek toprakla buluşması  anlatılıyor. Farklı bir okuma deneyimi yaşamak isteyenlere, Yonghe'yi Freud'un divanına yatırmak isteyenlere önerilebilir.