5 Ocak 2025 Pazar

KIM YOUNG-HA “BİR KATİLİN GÜNCESİ”

 Güney Kore çağdaş edebiyatına mensup Kim Young-Ha'nın 70 yaşındaki bir seri katilin Alzheimer hastalığına yakalanması sonrası yaşadıklarını anlatan kısacık ama çarpıcı kitabını hızlıca okudum. Kitapta Alzheimer hastalığına ilişkin tıbbi bilgiler o kadar doğru verilmiş ki yazarın tıbbi bir özgeçmişi olup olmadığını merak ettim, böyle bir bilgiye rastlamadım. Belleğin birçok insanın yaşamındaki temel unsurlardan biri olduğu aşikar, ancak bir seri katilin belleğe ne kadar gereksinimi olduğunu hayal edemezdim. Alzheimer hastaları ile çalışan ve polisiye seven biri olarak bu kitabın oldukça ilgimi çektiğini söylemeliyim. Şaşırtıcı sonuyla dikkatlice kurgulanmış bu öykünün hem bilgilendirici hem de oldukça düşündürücü olduğunu vurgulamam lazım. 



AYLİN BALBOA “BU HİKAYE SENDEN UZUN OSMAN”

 Aylin Balboa'nın okuduğum, daha doğrusu kendi sesinden dinlediğim ilk kitabı. Kısacık bir kitap olmasına rağmen sevgilisinden ayrılan bir kadının duygusal gelgitlerini, öfkesini, sevgisini, pişmanlıklarını bir çırpıda aktaran, tüm kadınların iç seslerine tercüman olmuş çarpıcı bir eser. Yazarın kendi kitabını seslendirmesi de bence Storytel'in sunduğu en güzel hizmetlerden biri. Kitabı kendim okusaydım o şekilde seslendirir miydim, vurgulamaları o şekilde yapar mıydım diye düşündüm doğrusu:) Yazarın gerçekçi anlatımı, kitaplardan ve filmlerden yaptığı alıntılar ile zenginleştirdiği metni edebi ve psikolojik bir şölene dönüştürmüş. Beğenerek dinledim, tavsiye olunur.





ERIC EMMANUEL-SCHMITT “BAYAN MİNG’İN HİÇ OLMAYAN ON ÇOCUĞU”



 "Onu elinde tutanı aydınlatan bir mumdur tecrübe" gibi birçok özdeyişi barındıran, hayalle gerçek, beklentilerle yaşam arasındaki farklılıkların altını çizen bu kısacık öykü/novella okura duygusal olduğu kadar düşündürücü bir deneyim sunuyor. Bayan Ming'in aslında hiç varolmayan on çocuğuna dair uydurduğu hikayelerin herbiri yaşama dair dersler içeriyor ve hayatı olduğu gibi kabul etmenin önemini vurguluyor. Konfüçyüs öğretisinin izlerini barındıran bu öykü bana yaşamı ve çevremizdekileri nasıl da kontrol edemeyeceğimizi, ancak şekillendirebileceğimizi ve rahat olmamız gerektiğini hatırlattı. Çin'in uzun yıllar boyu uyguladığı "tek çocuk" kanununun psikososyal sonuçlarını da sorgulayan bu kitap daha önce okuduğum yas tepkilerine dair bir makaleyi de aklıma getirdi. Çin'de tek çocuğunu kaybeden, belli bir yaşın üzerindeki ebeveynlere Shidu adı veriliyor ve maalesef bu insanlar birçok psikiyatrik bozuklukla ve yalnızlıkla karşı karşıya kalıyorlar. Ayrıca kitapta da değinildiği gibi onlarda yasalarla belirlenen bir zorunluluk bizlerde de son yıllarda bir tercih/zorunlu seçme hali olan tek çocuklu aile olmak belki de peşinden koşulmasına alışan bencil imparatorlar yaratıyor ve topluma/geleceğe bu şekilde yön veriyor. Aslında bir oyun yazarı olan ve felsefe eğitimi alan Fransız yazarın farklı dinleri konu alan başka kitapları olduğunu da öğrendim ki mutlaka okuma listesine alacağım.   




6 Aralık 2024 Cuma

LAETITIA COLOMBANI “ KAZANANLAR”

 Yazarın okuduğum ikinci kitabı. Yine kadın karakterlerle çok fazla edebi çaba göstermeksizin yaşama dair açıkça verilen mesajlar barındıran, hızlıca okunabilen bir kitap "Kazananlar". Kadınların dezavantajlarını avantaja çevirebilme yeteneklerinin altı çiziliyor. Fransa'da yolunu arayan genç kadın bir avukat ile Saray adı verilen kadın sığınma evinin bir kadın subay tarafından kuruluş öyküsünü birlikte okuyoruz. Kitabı okurken beni en çok düşündüren şey  şehirde yaşayan insanlar/kadınlar olarak hem kendi yaşamlarımızda hem de etrafımızda, sokakta, çevrede olup bitenlere karşı kör ve sağır olmamız oldu. Belki çok hızlı yaşadığımızdan belki de durup dinlemeye, el uzatmaya halimizin kalmamasından. 



4 Aralık 2024 Çarşamba

CALICO

 


KATHARINA VOLCKMER “RANDEVU”

 Alman asıllı yazar Katharina Volckmer'in ilk romanı olan "Randevu" toplumsal normlara kafa tutan bir karakterin cinsiyet değiştirme ameliyatı olmak üzere gittiği Yahudi asıllı bir doktora içini döktüğü, yazarının otobiyografik özelliklerini de barındıran, okurken biraz rahatsız edici olmakla beraber, düşündüren yenilikçi bir eser. Almanya'nın katı toplum yapısı ve Almanca ile ilgili eleştirilere de yer  verilmiş. Yazarın İngiltere'de yaşadığı, romanı İngilizce yazdığı ve Almanya'da tepkiyle karşılandığını öğrendim. Yazar bir röportajda hayatın kendisine vatan ve anadil kavramlarının esnek olduğunu öğrettiğinden bahsediyor. Evrenselleşmeye koşan dünyada milliyetçilik rüzgarlarının sert estiği bu günlerde pek öyle değilmiş gibi sanki? Tıpkı bu hikayenin karakteri gibi hepimiz köklerimizi barındırıyoruz, zaman zaman çıkarıp sorgulamamız, beğenmememiz, davranışlarımızı yönlendirmesine izin vermememiz bir işe yarıyor mu bilmiyorum.   İnsanın kimliğiyle mücadelesi bir ömür devam ediyor...