28 Ağustos 2016 Pazar

LOU ANDREAS-SALOME " FENİÇKA"

Bir erkekle hayran olduğu kadının 20yy başlarındaki sohbetleri, günümüzdekine kıyasla o kadar yabancı, öylesine soyut ve resmi ki hayran kalmamak elde değil. Ancak  bir kadın yazardan, Freud ve Nietzche'nin gözbebeği olan, döneminin nasir entellektüel kadınlarından birinden çıkabilecek türden bir öykü.
Salome'nin okuduğum ilk kitabı, ama son olmayacak. Zihnimi çok zorlamama rağmen Yalom'un " Nietzche Ağladığında" adlı romanından hatırlayamadığım karakter Salome. Oysa bu kitabı da soluksuz okumuştum. Tozlu raflara tekrar dönüp sayfaları karıştırmanın zamanı gelmiş herhalde.
Kitabı okurken karakteri Feniçka'yı Salome olarak düşündüm hep, tesadüf değil, o da Salome gibi Rus asıllı, Avrupa'da öğrenim görmüş, cesur ve entellektüel bir kadın. Karşısında da ona aşık olmamak, böylesi bir hayalkırıklığını yaşamamak için ayak direyen bir adam var. Çünkü akıllı ve cesur kadınlara aşık olmak onları deyim yerindeyse "taşımak" herkesin harcı değil!
Ama genç kadının içinde küçük bir genç kız var ki bence şefkata ve sevgiye çok ihtiyaç duyuyor. Erkekler ise bunu göremeyecek kadar yüzeyseller maalesef. Aslında hikaye çok tanıdık, ama üslup gerçekten farklı.



26 Ağustos 2016 Cuma

DANIEL KEYES "ALGERNON'A ÇİÇEKLER"

Zweig'dan sonra bana çok iyi gelen kitap.
Rüyamda kaç gece beyaz fare gördüm saymadım...
Kitap gerçekten çok başarılı; Charles Gordon adında düşük zekalı bir insanın laboratuvarda bir dahiye dönüşüp tekrar eski haline gerilemesini anlatıyor. Algernon da Charlie ile aynı kaderi paylaşan bir laboratuvar faresi ve Charlie'nin en yakın dostu. Anafikir "zekanın mutluluk getirmeyeceği ve her iki durumda da insanların bir türlü anlaşılamayacağı". 
Kitabın en dokunaklı bölümleri sağlıklı bir kızkardeşi olduktan sonra annesinin ondan ümidini kesip onu atmak istemesi.. tıpkı hayvanlar gibi, sağlıklı olmayanı ölüme terk etmek, dışlamak. 
1960'larda yazılan bu eser psikolojik anlamda çok başarılı, yazarı da zaten bir psikolog.
Kitabın bir de Charly adında film uyarlaması var, ama vasat...
Okumak, hissetmek, düşünmek ve ara ara da ağlamak isteyenlere şiddetle önerilir.




18 Ağustos 2016 Perşembe

STEFAN ZWEIG "AMOK KOŞUCUSU"

"..Çünkü tarihin akışı zorlanmaktan hoşlanmaz, kahramanlarını kendisi seçer, ne kadar zorlasalarda davetsiz gelenleri hiç acımadan geri çevirir; kaderin arabasından düşen olursa onu artık yukarı çekmemek gerekir"
Zweig'ın 7 küçük öyküsünün yeraldığı kitap okuyucuyu yaşamını gözden geçirmeye sevkettiği bir yolculuğa çıkarıyor. İntiharla ölüm öykülerin kaçınılmaz sonu, tıpkı yazarın çaresizlikle mücadelesinde yenik düştüğü öz yaşamı gibi.
Amok Koşucusu öykülerin en meşhuru, ama Bir Çöküşün Öyküsü, Leporella gibi öyküler de kitaba ölümsüzlük kazandırmış. Zweig'ın en beğendiğim bilmem kaçıncı kitabı diyebilirim, çünkü onu okurken hayal kırıklığı yaşamıyorum, her öyküsü ayrı bir temas, ayrı bir iz. Okuduğum her yeni yazarda kumar oynuyormuşum gibi tedirginim, çünkü zaman belki de sahip olduğumuz en değerli şey. Dolayısıyla da yaşam. Zweig'ın karakterleri ise belli bir noktada yaşamlarına  son verme cesareti gösterenler. Aslında herbiri biraz Amok Koşucusu çılgın beyinler.
Kayıp Yaz'da hissettiklerimize tercüman oluyor, iyi okumalar...


7 Ağustos 2016 Pazar

Kediler ve Zaman



SEMA KAYGUSUZ "BARBARIN KAHKAHASI"

Küçüklüğümden beri okuduğum tüm kitapların ilk sayfasına nerede ve ne zaman okuduğumu yazarım. Neden yazdığımı da bilmiyorum, ama birgün "çok vaktim olduğunda" tekrar o kitapla anılarımı tazelemek istiyorum sanki. Bu kitabı da zorlu geçen bir temmuz ayının son iki haftasında okudum. İlk sayfaya da "kayıp yaz" diye yazmak geldi içimden. Belki bu yüzden 2-3 günde okunacak kitabı da 15 günde zor bitirdim.
Sema Kaygusuz'un okuduğum ilk kitabı bu. Gerçekten söylendiği kadar "edebi" bir yazar olduğunu düşündüm. Adeta kelimelerle dansediyor, Türkçe metinin altında sanki iki üç kat daha başka başka dillerde yazılmış metinler var gibi geldi. Yazarın o kadar zengin bir lisanı var ki kurgu lisana yetişemiyor, ya da lisanın yanında kurgu sönük kalıyor. 
Kitabın anafikri nedir? deseniz, aklımda hem herşey var hem de hiçbir şey yok. "Yaşama dair" diyebilirim ancak. Karakterler başka yorumlarda söylendiği gibi oldukça gerçek. Ana tema "işemek, boşaltmak, özgürleşmek, öfkeyi ortaya dökmek, hesaplaşmak, yüzleşmek", ama yazar kitaptaki birçok hikayeyi ayaküstü yarım bırakıyor, okuyucu olarak hiçbirşeyle yüzleşemediğinizi hissediyorsunuz. Sanatsal bir filmi nefesini tutarak izleyip sonunda film birden bitince yaşanan hayalkırıklığını yaşatıyor kitap okuyucuya. Belki zamanlamadan, belki hayal gücümüzün giderek körelmesinden ben bu kitabı yaşadım, ancak anlayamadım...

17 Temmuz 2016 Pazar

HALİL CİBRAN "KUM VE KÖPÜK" "MECZUP" ve " GEZGİN"

Halil Cibran'ın "Ermiş" adlı başucu kitabından sonra sırasıyla " Gezgin", " Kum ve Köpük" ile "Meczup" u okudum.
Aynı sırayla da başarılı bulduğumu söyleyebilirim. 
"Meczup"un yazarın ilk eserlerinden biri olduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım. Kitapta maskelerinden sıyrılmış, bölünmüş benlikleriyle bir meczubun kendiyle ve toplumla hesaplaşması anlatılıyor, özgün bir o kadar da dağınık bir eser. Bu yüzden de okurların çoğu yazarı bu kitabından dolayı "deli" olarak nitelendirmiş. Yaratıcı olmak biraz delilik gerektiriyor herhalde, ama fazlası anlaşılmayı zorlaştırıyor, bu eserde de öyle olmuş.
"Kum ve Köpük" yazarın özlü sözlerinden oluşan bir kitap. Altını çizdiklerim de oldu, anlayamadıklarım da. Yaşanmışlıklarla çok ilişkili diye düşünüyorum.
Ben en çok "Gezgin"i beğendim. Küçük öyküler hatta fabllardan örnekler var, bazıları çocuklar için çok güzel öğütler içeriyor. Diğer iki kitapla kıyaslandığında "Ermiş"e daha yakın buldum. 
Halil Cibran'ın eserleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, otobiyografisinden de yola çıkılarak toplumsal travma- batıya göç ve damgalanma ile dönemin yoğun dini- kültürel öğeleri, varoluşçu görüşler, hümanizm ve empati içerdiğini, bu yüzden birçok kişiyi etkilediğini ve hala birçok kişi tarafından okunduğunu anlayabiliyoruz.
Halil Cibran'ı bir yazardan çok, bir filozof olarak kabul etmek daha doğru bence
...





12 Temmuz 2016 Salı

NICOLA YOON "HERŞEY"

"En büyük risk hiç risk almamaktır" 
Kitabın gerçek adı bu aslında. Varoluşçu felsefenin izleri kitabın her köşesinde hissediliyor. Başka bir bloggerın önerisiyle aldığım ilk kitap olarak hiç de fena değildi. Akıcı dili ve yaratıcı çizimleri kitabı eğlenceli hale getirmiş, bununla beraber yaşama dair bir kitap olarak da başarılı. 
Birçok romanda olduğu gibi önce yavaş akıyor ve sonunda okurları bir sürpriz bekliyor, bu açıdan da başarılı bir kurgusu olduğu söylenebilir. Yine de ergenlik çağlarımda okusaydım daha fazla etkilenirdim diye düşündüm. Kitapta ele alınan özgürlük, aşk, cesaret, aile, bağlanma ve affetme gibi temalar ve varoluşçu izleriyle tam bir gençlik romanı. Tatilde olup kafa dağıtmak ama aynı zamanda düşünmek ve yenilenmek isteyenlere çok uygun, tavsiye edilir. Bundan sonra kitapta da geçen ve önceden almış olduğum "Algernon'a Çiçekler" i okumaya karar 
verdim. Ayrıca "Küçük Prens" de tekrar okunabilir. Kitapta başka kitaplara dair birçok spoiler var, çok da yerinde yorumlar içeriyor. 
Bir kitaptan başka bir kitaba doğru giden bu yolları da çok sevdiğimi itiraf ediyorum, şimdi ne okusam demiyor insan...