16 Eylül 2016 Cuma

GABRIEL GARCIA MARQUEZ "ALBAYA MEKTUP YOK"

Marquez yoksulluk, yokluk, ama inadına umutla dolu bir yaşamsal kesit sunuyor. Albay ve yaşamını, acılarını, umutlarını paylaştığı karısının kısa bir öyküsü bu kitap. Kitabın birçok yerinde karısını Albay'ın sağduyusu olarak işittim; Albay mektubun gelmeyeceğini biliyor, ama susuyor, onun yerine karısı haykırıyor. Albay Sabas'ın varlık içinde yokluk çekmesine üzülüyor, tıpkı "şekersiz şeker" gibi. Karısı açlığa bu para simsarları için katlandıklarını söylüyor. Karısı horozu sat, yoksa aç kalacağız diyor, Albay oğlunun hatırası ve son umudunu bir türlü elden çıkaramıyor. 
Albay sonunda "elinin körü..." diyor karısına, sağduyusuna... bu aslında yaşama karşı söylenmiş bir söz.
İnsanın okurken de içinden "Elinin körü" demek geliyor; yoksulluk ve adaletsizlik öfkelendiriyor, hele bir de insanın onuru varsa ve açlıktan gözü dönmemişse...
Kitap 69 sayfa, ama 690 sayfalık tema barındırıyor. Okumadan anlaşılmaz, anlatılmaz.
Bence Marquez'in en iyi 3 kitabından biri; hiç şüphesiz en iyisi Kırmızı Pazartesi, sonra Benim Hüzünlü Orospularım ve Albaya Mektup Yok. 
Marquez'in kitapları o kadar canlı ve akıcı ki işte böylesi manzaralarda bile kitabı elinizden düşüremiyorsunuz. Hatta kitaplarını ve nerede okuduğunuzu bile yıllar geçse unutamıyorsunuz. Ben Kırmızı Pazartesi'yi Sevilla'dan Cordoba'ya giderken, Benim Hüzünlü Orospularım'ı da Atatürk Havalimanı Starbucks Cafe'de  tamamen çevreden izole olarak bir çırpıda okumuştum. Bu kitabı da Traunsee kıyısında bitirdim, başımı kaldırdığımda bu fotoğraftaki iki sevimli kuğu, Albay ve Karısı gelmişlerdi..


28 Ağustos 2016 Pazar

LOU ANDREAS-SALOME " FENİÇKA"

Bir erkekle hayran olduğu kadının 20yy başlarındaki sohbetleri, günümüzdekine kıyasla o kadar yabancı, öylesine soyut ve resmi ki hayran kalmamak elde değil. Ancak  bir kadın yazardan, Freud ve Nietzche'nin gözbebeği olan, döneminin nasir entellektüel kadınlarından birinden çıkabilecek türden bir öykü.
Salome'nin okuduğum ilk kitabı, ama son olmayacak. Zihnimi çok zorlamama rağmen Yalom'un " Nietzche Ağladığında" adlı romanından hatırlayamadığım karakter Salome. Oysa bu kitabı da soluksuz okumuştum. Tozlu raflara tekrar dönüp sayfaları karıştırmanın zamanı gelmiş herhalde.
Kitabı okurken karakteri Feniçka'yı Salome olarak düşündüm hep, tesadüf değil, o da Salome gibi Rus asıllı, Avrupa'da öğrenim görmüş, cesur ve entellektüel bir kadın. Karşısında da ona aşık olmamak, böylesi bir hayalkırıklığını yaşamamak için ayak direyen bir adam var. Çünkü akıllı ve cesur kadınlara aşık olmak onları deyim yerindeyse "taşımak" herkesin harcı değil!
Ama genç kadının içinde küçük bir genç kız var ki bence şefkata ve sevgiye çok ihtiyaç duyuyor. Erkekler ise bunu göremeyecek kadar yüzeyseller maalesef. Aslında hikaye çok tanıdık, ama üslup gerçekten farklı.



26 Ağustos 2016 Cuma

DANIEL KEYES "ALGERNON'A ÇİÇEKLER"

Zweig'dan sonra bana çok iyi gelen kitap.
Rüyamda kaç gece beyaz fare gördüm saymadım...
Kitap gerçekten çok başarılı; Charles Gordon adında düşük zekalı bir insanın laboratuvarda bir dahiye dönüşüp tekrar eski haline gerilemesini anlatıyor. Algernon da Charlie ile aynı kaderi paylaşan bir laboratuvar faresi ve Charlie'nin en yakın dostu. Anafikir "zekanın mutluluk getirmeyeceği ve her iki durumda da insanların bir türlü anlaşılamayacağı". 
Kitabın en dokunaklı bölümleri sağlıklı bir kızkardeşi olduktan sonra annesinin ondan ümidini kesip onu atmak istemesi.. tıpkı hayvanlar gibi, sağlıklı olmayanı ölüme terk etmek, dışlamak. 
1960'larda yazılan bu eser psikolojik anlamda çok başarılı, yazarı da zaten bir psikolog.
Kitabın bir de Charly adında film uyarlaması var, ama vasat...
Okumak, hissetmek, düşünmek ve ara ara da ağlamak isteyenlere şiddetle önerilir.




18 Ağustos 2016 Perşembe

STEFAN ZWEIG "AMOK KOŞUCUSU"

"..Çünkü tarihin akışı zorlanmaktan hoşlanmaz, kahramanlarını kendisi seçer, ne kadar zorlasalarda davetsiz gelenleri hiç acımadan geri çevirir; kaderin arabasından düşen olursa onu artık yukarı çekmemek gerekir"
Zweig'ın 7 küçük öyküsünün yeraldığı kitap okuyucuyu yaşamını gözden geçirmeye sevkettiği bir yolculuğa çıkarıyor. İntiharla ölüm öykülerin kaçınılmaz sonu, tıpkı yazarın çaresizlikle mücadelesinde yenik düştüğü öz yaşamı gibi.
Amok Koşucusu öykülerin en meşhuru, ama Bir Çöküşün Öyküsü, Leporella gibi öyküler de kitaba ölümsüzlük kazandırmış. Zweig'ın en beğendiğim bilmem kaçıncı kitabı diyebilirim, çünkü onu okurken hayal kırıklığı yaşamıyorum, her öyküsü ayrı bir temas, ayrı bir iz. Okuduğum her yeni yazarda kumar oynuyormuşum gibi tedirginim, çünkü zaman belki de sahip olduğumuz en değerli şey. Dolayısıyla da yaşam. Zweig'ın karakterleri ise belli bir noktada yaşamlarına  son verme cesareti gösterenler. Aslında herbiri biraz Amok Koşucusu çılgın beyinler.
Kayıp Yaz'da hissettiklerimize tercüman oluyor, iyi okumalar...


7 Ağustos 2016 Pazar

Kediler ve Zaman



SEMA KAYGUSUZ "BARBARIN KAHKAHASI"

Küçüklüğümden beri okuduğum tüm kitapların ilk sayfasına nerede ve ne zaman okuduğumu yazarım. Neden yazdığımı da bilmiyorum, ama birgün "çok vaktim olduğunda" tekrar o kitapla anılarımı tazelemek istiyorum sanki. Bu kitabı da zorlu geçen bir temmuz ayının son iki haftasında okudum. İlk sayfaya da "kayıp yaz" diye yazmak geldi içimden. Belki bu yüzden 2-3 günde okunacak kitabı da 15 günde zor bitirdim.
Sema Kaygusuz'un okuduğum ilk kitabı bu. Gerçekten söylendiği kadar "edebi" bir yazar olduğunu düşündüm. Adeta kelimelerle dansediyor, Türkçe metinin altında sanki iki üç kat daha başka başka dillerde yazılmış metinler var gibi geldi. Yazarın o kadar zengin bir lisanı var ki kurgu lisana yetişemiyor, ya da lisanın yanında kurgu sönük kalıyor. 
Kitabın anafikri nedir? deseniz, aklımda hem herşey var hem de hiçbir şey yok. "Yaşama dair" diyebilirim ancak. Karakterler başka yorumlarda söylendiği gibi oldukça gerçek. Ana tema "işemek, boşaltmak, özgürleşmek, öfkeyi ortaya dökmek, hesaplaşmak, yüzleşmek", ama yazar kitaptaki birçok hikayeyi ayaküstü yarım bırakıyor, okuyucu olarak hiçbirşeyle yüzleşemediğinizi hissediyorsunuz. Sanatsal bir filmi nefesini tutarak izleyip sonunda film birden bitince yaşanan hayalkırıklığını yaşatıyor kitap okuyucuya. Belki zamanlamadan, belki hayal gücümüzün giderek körelmesinden ben bu kitabı yaşadım, ancak anlayamadım...