Almanya'nın güneyinde geçen bu öyküde yazar annesiyle tatilde olan Edgar'ın kadın avcısı Baron'a karşı önce hayranlık sonra hayal kırıklığı ve öfke gibi duygularla ilk kez tanışmasını ve erişkinlerden bile daha başarılı bir biçimde sahtekarlığı bir çırpıda tanıyıp mücadele etmesini anlatıyor. Kitapta en çok dikkat çeken çocuğun "Bir kez yalan söyleyen insan yine söyler.." şeklindeki saptaması. Kitabın sonunda anne-oğul dayanışması kazanıyor, dünyadaki hiçbir aşkın daha güçlü olması mümkün değil zaten...
31 Ocak 2016 Pazar
STEFAN ZWEIG "YAKICI SIR"
Stefan Zweig bu kez bir çocuğun gözünden dünyadaki yalan ve sahtekarlığın içyüzünü aydınlatıyor. Bence yazarın en samimi öykülerinden biri. Küçük Stefan sanki öyküde Edgar ile vücut buluyor. Bu arada kitap kapağının çok başarılı olduğunu belirtmek lazım.
27 Ocak 2016 Çarşamba
STEFAN ZWEIG "BİR KADININ YAŞAMINDAN YİRMİ DÖRT SAAT"
Stefan Zweig'dan çarpıcı bir novella...
Kitap bir Stefan Zweig klasiği; kadın, aşk ve intihar üçgeninde geçiyor. Yazarın sanki tüm kitapları kendi sonunu anlatırcasına intiharla ölüm üzerine inşa edilmiş. Tüm sayfalarda Zweig ve karısının yatakta ölü olarak yattığı ünlü fotoğraf aklıma geldi, yabancılamadım. Ne kadar dirense de intihar Zweig'a huzur veriyormuş gibi düşündüm.
Yaşlı bir kadının günah çıkarırcasına anlattığı bir günlük aşkını, pişmanlıkla dolu yaşanmışlığını konu edinen kitap " yaşlanmak geçmişten artık korku duymuyor olmaktan başka birşey değil zaten" sözü ile son buluyor. Düşündürüyor...
25 Ocak 2016 Pazartesi
PINAR ÖĞÜNÇ "AKSİ GİBİ"
Kısa öykülerden oluşan, ama birçok romandan daha fazla şey anlatan bir kitap "Aksi Gibi". Kapağındaki "vasati 40 çöp" bizim, çocukluğumuzun sade ancak etkili bir yansıması gibi. Bu yüzden bana çok güzel geldi. Öykülerden "I love you Şermin, Paket Lastiği, Sokak Kasları ve Sayın D1 Blok sakinleri" isimli öyküleri beğendim. En çok dokunanı bir tezgahtar kızın gündelik dramını anlatan "Paket Lastiği", bize en tanıdık gelen orta sınıf geleneksel kadınların yol kenarlarındaki spor aletlerini kullanmasını anlatan "Sokak Kasları", en çok düşündüreni de bodrum katta yaşayan bir apartman sakininin hislerinden bahseden "Sayın D1 Blok sakinleri" adlı öyküler. Pınar Öğünç çalışkan bir gazeteci, ama diğer gazeteci yazarlardan farklı olarak karmaşık bir dili var. Öyle ki, cümle içinde cümleler yazarın düşüncelerinin yazısından önde koştuğunu düşündürüyor, yazı düşüncelerin hızına yetişemiyor ve birçok yerde anlaşılması zor bir bilmece halini alıyor. Ancak gözlem yeteneği ve basit ama çarpıcı öyküleme tekniği ile başarılı bir yazar, okunası bir kitap.
10 Ocak 2016 Pazar
URSULA K.LEGUIN "MÜLKSÜZLER"
"Mülksüzler" uzun zamandır okumak istediğim, kitaplığımda eskiyen ama fırsat yaratamadığım bir romandı, bir kitap kulübünün listesine girmesiyle motive olup okudum.
Kitabın kurgusu gerçekten çok başarılı, ama dili için aynı şeyleri söylemek zor. Metis Yayınları tarafından yapılan baskıda yazıların çok küçük olması ve akıcı olmayan anlatım (belki çeviri ile ilgili bir sorun olabilir) okumayı oldukça güçleştiriyor. Yine de kitabı şöhreti ve merakım nedeniyle kısa sürede okuyabildim.
İki farklı dünya, iki farklı siyasal düzen; Annares (anarşik yapıda, otonomi ile yönetilen, mülkiyetin olmadığı, kurak bir dünya) ve Urras (kapitalist yapıda, hiyerarşik düzen, yoksulluk, lüks, mülkiyet kavramlarının olduğu bugünküne benzer bereketli bir dünya). Aslında kitapta dünya ve aya da farklı yerleşimler olarak yer verilmiş, ama pek fazla ayrıntıya girilmemiş.
Odo Urras'lı anarşist bir kadın, düzene karşı çıkarak kendi ilkeleri çerçevesinde arkadaşları ile beraber Annares'te yeni bir düzen kuruyor. Herkes eşit, özgür, mülkiyet yok, hatta insan ilişkilerinde bile. Belki de sadece kuraklık ve yoksulluk nedeniyle değil, Annares bu yüzden de ütopya olmaktan çok uzak. Yazarın da dediği gibi "ikircikli bir ütopya". Odoculuk da neredeyse sorgulanamayacak bir şeymiş gibi, bir din gibi sunuluyor. Dolayısıyla, kuruluşundan 150 yıl sonra Annares'te de çatlak sesler çıkmaya başlıyor. O çatlak seslerden biri de Shevek adlı fizikçi. Shevek Annares'te asla işe yaramayacak olan buluşunu paylaşmak için eski dünya Urras'a gidiyor. Ama tüm göçmenler gibi Shevek ne tam Urras'lı ne de tam anlamıyla Annares'li olabiliyor. Nasıl olsun ki? Teoride bir eşitlikçilik ve özgürlükçülük onun kendi öz annesini, hatta karısını bile sahiplenmesini engelliyor. Sözde cezalandırma/hapis vb. müeyyideler yok, ama toplum baskısı oldukça fazla. Urras ise görünürde çok güzel, bereketli, insanlar zengin ama yoksul-zengin ayrımı, herşeyin satın alınabilir oluşu Shevek'i uzaklaştırıyor. İki dünyayı birbirinden ayıran bir duvardan bahsediliyor ki, mecazi anlamda bu duvarı insanlar yapıyorlar.
Romanı okurken yazarın ABD'li olmasını ve kitabın 70'lerde yazıldığını düşünerek acaba toplumu bilinçaltında sosyalizmden/komunizmden soğutmak amacıyla mı yazıldı diye düşünmedim değil. Yazar da bir ropörtajında sosyalizmden ziyade anarşiyi sevdiğinden bahsetmiş...
Kitabı daha iyi anlamak için önce Bülent Somay tarafından yazılan son sözü mutlaka okumak gerekli.
Ben insanın doğası gereği "mülksüz" olamayacağını düşünenlerdenim. "Mülksüzler" bunu ve daha birçok fikri tartışma olanağı yaratan, edebi değil ama başarılı bir felsefi roman.
STEFAN ZWEIG "BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU"
Öykü 1920'lerin Viyana'sında geçiyor; bilinmeyen bir kadın yazar R'ye olan aşkını bir mektupla anlatıyor.
"...Sadece yalnızlık çeken çocuklar tutkularını bütünüyle, dağılmaksızın koruyabilirler.."
Yalnız ve mutsuz bir çocukluk geçiren, bilinmeyen kadın kendinden yaşça büyük, tanınmış bir yazar olan karşı komşusuna tutkulu biçimde aşık oluyor. Adam ve kadının yolları öyküde pek çok yerde kesişiyor, ama adeta kadın tüm öykü boyunca bilinmezliğini koruyor ve adam kadını tanımıyor. Kadın da adamla gerçekte kuramadığı ilişkiyi doğurduğu çocuğu ve ona her doğum gününde gönderdiği beyaz güller aracılığıyla sürdürüyor. Bilinmeyen kadın çocuğunun ölümü ile beraber hem kendi yaşamına, hem de tek taraflı ilişkisine son veriyor.
Stefan Zweig, 55 sayfaya sığdırdığı öyküde aşık ama mağrur bir kadının/genç kızın psikolojisini tüm açıklığıyla anlatıyor. Erkeğin edilgen olduğu, tek taraflı, ama tutkulu bir ilişkiyi kadının ağzından/gözünden okuyoruz. Bu açıdan yazıldığı dönem düşünüldüğünde oldukça "yenilikçi" sayılabilecek bir kitap....
3 Ocak 2016 Pazar
HALİL CİBRAN "ERMİŞ"
Bir yaşam ve tecrübe kitabı "Ermiş".
Lübnan asıllı Amerikalı bir yazar olan Halil Cibran yaşam üzerine düşüncelerini yurdundan ayrılan Ermiş'in halkına hitabı biçiminde kurgulamış.
Hemen hemen kitapta yazan her cümleye, her görüşe katılıyorum. Ama evlilik ve çocuklara dair olan söylemler on puan alır nitelikte.
Evliliğe Dair'de "..bırakın mesafeler olsun birlikteliğinizde..birbirinin gölgesinde büyümez meşeyle selvi" diyor.
Çocuklara Dair'de ise, "onlar sizin sayenizde gelir ama sizden değildir, bedenlerini barındırabilirsiniz ama ruhlarını değil, ..onlara sevginizi verebilirsiniz, ama düşüncelerinizi değil, zira kendi düşünceleri var onların" diyor.
Bir de Çalışmaya Dair bölümünde geçen "Gönülsüz pişirilen ekmek acı olur" sözüne bayıldım. Ama kitabın neredeyse tümünün altını çizebilirdim, kendimi zor tuttum. Bana yıllar önce okuduğum Leo Buscaglia'nın "Kişilik" kitabını anımsattı.
Kitap her ne kadar nesir olarak yazılmış olsa da, nazımdan öğeler barındırdığı için midir bilmem, çeviri biraz rahatsız edici. Ben yeni tarihli olduğu için Türkiye İş Bankası Yayınları- Ayşe Berktay çevirisini okudum, ama kitabın başka birçok çevirisi mevcut, onlar da okunabilir.
2 Ocak 2016 Cumartesi
Kaydol:
Yorumlar (Atom)





